29 Ağustos 2019 Perşembe

Bafa Gölü Hatırası


Pia, heyecan içinde, elindeki artık yıpranmış Almanca kitabın sayfalarını çevirerek, tavanın­da fresklerin olduğu bir kilise fotoğrafı göster­di ve aksanlı İngilizcesi'yle anlatmaya başladı. Zurich yakınlarında bir köyde yaşayan, 50 yaşlarındaki bu dinç kadın, iki haftadır Ba­fa Gölü civarındaydı. Seslerle ve kelimelerle tedaviye dayalı, bir tür yoga eğitmeniydi . Latmos hakkındaki kitabı arkadaşında gör­müş, yıllık iznini kullanarak, Türkiye'ye gel­meye karar vermişti. Her gün trekking yapı­yor, bazen rehber eşliğinde bazen tek başı­na, saatlerce dağlarda yürüyerek, kitapta fo­toğraflarını gördüğü manastır kalıntılarını bulmaya çalışıyordu. Gözleri parlayarak, "Hiç böylesine sakin ve gizemli bir yer hayal etmemiştim" dedi. Antik Latmos.. . Herakleia... Bugünkü Bafa Gölü kıyısındaki, Kapıkırı köyü... El değmemiş, büyülü bir yer... Sanki, gökten taş yağmışçasına, garip şekilli, volka­nik kayaların kapladığı Beşparmak Dağı'nın altında, uçsuz bucaksız bir göle bakan, horozları, inekleri ve ekilmiş tarlalarıyla, kolay kolay değişmeyecek bir köy. Daha yukarılar­da ise, bambaşka uygarlıkların bıraktığı izler; mağara insanları ve yükseklerdeki çilehane­lerde inzivaya çekilen keşişler... Mağaraların karanlığını görmek ve keşişler gibi Bafa Gö­lü'nün sessizliğini yükseklerden dinleyebil­mek istiyorum. Selene's Pansiyon'a uğruyo­rum. Kubilay'ın ve Tamer'in pansiyonunda kalıp, ertesi gün Tamer'le dağa çıkacağım. Çocukluğumda, Bafa Gölü'nde, sadece göl balığı yemek için mola verilirdi. Oysa, antik kentin harabeleriyle iç içe olan bu köyün, esra­rengiz bir yanı var. Beşparmak Dağı'na sis ba­sınca, Bafa Gölü değişir, adaların üzerindeki manastırlar ve mezarlıklar ürpertici bir renge bürünür. Bunu daha önce hissedememişim.

O akşamüstü, odamın önündeki bir tarafı gö­le bir tarafı da köye bakan küçük terasta otu­rurken, uzaktan garip bir müzik sesi duydum. Sese doğru yürüyünce, evinin bahçesinde, su borusunu üfleyerek müzik yapmaya çalışan, dokuz yaşındaki Nuri'yle karşılaştım. Okuldan yeni dönmüştü. Annesiyle babası, kıyıdaki ba­lık restoranını işletiyormuş. Ben yoluma de­vam ederken Nuri, evinin karşısındaki tepenin üzerinde, dimdik ayakta duran Atena Ta­pınağı'na doğru, bir deneme daha yaptı. O anda, gümüş rengindeki Bafa'nın kıyısındaki Kapıkırı'da, Nuri'nin borusundan çıkan bu melodiden başka hiçbir ses yoktu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder