9 Eylül 2019 Pazartesi

Kutsal Necef...


Yerlilerin oturduğu mahalleden sapınca, dosdoğru camiye çıkan uzun çarşı sokağına ulaştık. Necef halkıyla Kerbelâ'daki kalabalıkların görünüşü arasındaki farklılık beni şaşırttı. Etrafta çok az İranlı vardı; halkın tamamı Arap gibi görünüyordu. Aralarında caka satarak yürüyen bir sürü hoyrat çöl adamı göze çarpıyordu; uzun saçları, soluk giysileri, deve değnekleri ve baştan aşağı silahlı olmaları, yabani ortamlarda yaşadıklarının işaretiydi. Akın akın geçen kalabalığa, kaba saba, barbarca bir ilkellik havası hâkimdi. Necef, Avrupai tarzda bir şapka ya da ithal bir palto gibi Bağdat'ta arada bir göze çarpan ufak tefek dış etkilerden tamamen yoksundu. Burası aslına sadık eski Arabistan'dı.

Camiyi ansızın karşımızda bulduk; çarşının kalabalık sokağı, bu göz alıcı yapının önündeki açık bir meydana çıkıyordu. Caminin muhteşem dış cephesine büyülenmişçesine bakakaldım; yaldızlı çiniler ve süslü gümüş iş- leri büyük taç kapının üstünde ve çevresinde yükseliyordu; geniş girişe boydan boya, yüzyıllar boyunca milyonlarca sarık, fes ve kefiye'nin sürtünmesiyle altı aşınıp parlamış, pirinçten dev bir zincir asılmıştı. Zincir öyle bir yüksekliğe asılmıştı ki, camiye giren herkes başını eğmek zorundaydı.

Önünde durduğumuz bu açık kapıdan baktığımda, yaklaşık 20 metre ileride büyük caminin zeminini görebiliyordum. Kubbeyi kaplayan yaldızlı büyük çinilerin, caminin zeminine dek indiğini büyük bir şaşkınlıkla fark ettim! Ve yaldızlı çiniler avluyu çevreleyen duvarların iç cephesi boyunca sürüp gidiyordu. Dışarıda, taç kapının üstünde geniş bir alana yayılan yarım metre yüksekliğindeki Arapça yazılar da görünüşe göre altın varaklarla yazılmıştı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder